ŞARKILARIN ÖYKÜSÜ

Bozkırın Ölüleri 

Bu şarkının ilhamını, baba tarafından memleketim olan Aksaray’dan aldım. On iki yaşıma kadar Aksaray’da yaşadım sonrasında ise yalnızca yaz tatillerinde babamı ziyaret etmek için gelip, gittim. Babam, köyde yaşayan büyükbabam ve büyükannemin yanına taşındığı için belli bir yaşa kadar yaz tatillerimi köyde geçirdim. Şimdi düşündüğüm zaman köylerin ne kadar değerli olduklarını fark ediyorum. Bulunduğunuz şehrin gerçek kültürü orada yaşıyor. Şehirleri birbirinden ayıran farklar oralarda belli oluyor. Ortalama bir vatandaşa göre birden fazla şehirde yaşama imkânım oldu. Her gittiğim şehirde mevsimler değişti, insanların ağızları değişti ama tanıdığım ve yabancısı olmadığım şehir insanına da hep rastladım. Benzer binalar, alışveriş merkezleri, kaldırım taşları..  Yani gözlerimi bağlayıp beni kaçırdığınızı varsayalım, sonra gözlerimi apartmanlarla çevrelenmiş dar bir sokakta açtığınızı.. İnanın hangi şehirde olduğumu anlamam çünkü şehirlerin çoğu kimliklerini yitirmiş durumda. Fakat köylerde hiçbir zaman böyle olmadı. Gittiğim yörelere ait simgeler, yapılar dikkatimi çekti. Hep yabancısı olduğum kişilerle karşılaştım (Maalesef artık köylerde hızlı bir şekilde kimliksizleşiyor).  Köyler şehirlere göre daha izole, kuralları şehre göre daha keskin. Bu keskin kuralları da ancak orada belli bir süre yaşadıktan sonra anlıyorsunuz.

Kişisel görüş ve çıkarımlarımdan sonra şarkıdaki sözleri referans alarak açıklamalar getirmek istiyorum.

‘’Yazları kurak ve yağmursuzdur’’

Coğrafya derslerinde İç Anadolu’yu tanımlamak için kullanılan genel bir ifade. Coğrafyayla aranız iyiyse kulağınıza tanıdık gelecektir. Yazların kurak ve yağmursuz olması şehirliler ve köylüler için farklı anlamlar taşıyor. Şehirde havanın bu durumu daha çok psikolojik bir gerilimi yansıtırken köyde ekonomik gerilimi yansıtıyordu. Büyükbabamın gökyüzüne bakıp ekinlerin bu sene sıcaktan sağ çıkıp çıkmayacağı konusunda kaygılı olduğunu görebiliyordum. Ekim sezonunda verilen onlarca emeğin yaz ayında hiçe dönüşme ihtimali büyükbabamla birlikte tüm çiftçilere kaygı veriyordu. En çokta tek geçim kaynağı ektiği ekin olan çiftçilere. Aslına bakarsanız biz memur bir aileydik. Büyükbabam ve babam emekli öğretmenlerdi. Dolayısıyla maaşlı kişilerdi. Eğer ekinler güneş tarafından yanacak olursa bazı çiftçiler için kıyametin geldiği kaçınılmaz acı bir gerçekti. Yağmur dualarına hiç denk gelmedim ama vakit veya cuma namazlarından sonra imam eşliğinde yapıldığını duyuyordum. Yazların kurak ve yağmursuz geçmesiyle para artık topraktan çıkmıyordu. Fakat bu toprağın değerini hiçbir zaman düşürmedi. En azından gelenekleri sorgulayamayanlar ve sorgulamaya gerek duymayanlar için. Büyükbabama zamanında toprakları karşılığında şehirden daireler teklif edilmiş. Büyükbabam önce topraklarının büyüklüğüne bakmış sonra dairelerin. Koskoca bir toprak parçasını on daireyle eşit tutanlara ‘’Siz kafayı yemişsiniz’’ diyerek ötelemiş.  Büyükbabamı ileri görüşlü olmadığı için suçlamıyor, eleştirmiyorum. O köylü bir adamdı ve toprağa âşıktı. Bu aşk, toprağın maddi değerinden ötürü değildi. O gerçekten toprağın kendisini seviyordu. Şimdi tehlikeli olan toprak aşkına geçiyoruz:

‘’İnsanlar Tarladan Ucuzdur’’ 

Bunun da pek yabancısı değilsiniz. Haberlerde sıklıkla rastlarsınız. Toprak aşkı öyle bir şeydir ki amacında para varsa kan akması muhtemeldir. Genellikle köylerde herkesin evinde bulunmasa da belirli kimselerde av tüfekleri bulunur. Av sevdalısı olduklarından değil, yabana çıktıklarında kurtlardan korunmak için yanlarına alırlar. Hadi itiraf edelim bazen de keklik avına çıkarlar ama çoğu zaman elleri boş dönerler. En azından bizim köylüler öyleydi. İşte bu tüfekler bazen kardeş, baba gibi kişileri de hedef alır. Aslında köylerdeki küslüklere, tartışmalara biraz kulak misafiri olursanız bu toprak denen şeyin çoğu zaman ana konu olduğunu da duyabilirsiniz.  Kısacası karşınızdaki kardeşiniz de olsa, toprak sizi fark etmeden kabilleştirebilir. Aslında tüm bunların sebebi toprağa verdiğimiz değer ve onun ekonomik olarak bizlere sunduğu güçle alakalı. Toprağı çok olan kendini Allah’ın komşusu sanıyor.. Haksız mı? Bu geleneksel öğretilere göre elbette haksız değil. Toprağın çoksa paran çoktur, paran varsa saygı duyulması gereken bir insansındır. Denklem bu kadar basit. Ama yeni dönemle bu geleneksel öğretiler yıkılıyor. Toprağın son firavunları da mezara girdikten sonra bu çağı kapatacağız.  

‘’Ankara bizim için İstanbul’dur’’

Ankara, Aksaray’ın köylerinde yaşayan birçok insan için İstanbul niteliğindedir. Çalışma çağında olmayan birçok genç Ankara’yı büyüklerine hastanede refakatçi olmak durumunda kaldıklarında görüyor. Köye geri döndüklerinde o devasa şehri anlatmadan edemiyorlar. Akranları büyük bir ilgi ve kıskançlıkla Ankara’yı dinliyor.  Gençler, geleneğin toprak anlayışını sorgulamaktan çekinmiyorlar çünkü toprağın onlara umdukları ekonomik gücü getirmediğini kendi gözleriyle görüyorlar. Yetişkinliğe ulaştıklarında ya okul sayesinde ya da bir akrabanın yardımıyla iş bularak bu büyülü şehre ayak basmak istiyorlar. Kadınlar ise köyden kurtulmak için Ankara’da yaşayan erkekleri talep ediyorlar ya da evlendikten sonra Ankara’ya bir şekilde taşınmak istiyorlar.  Kısacası Ankara’nın önemi büyük. Sağlık, lüks hepsi orada. Burada kalmayı isteyenler ise ya toprakların büyük bir bölümüne sahip ya da büyükbabam gibi köy aşığı.  (Bir ara Ankara yerine Berlin yazmak istedim ama o babamların zamanında modaydı. Almancı olarak nitelenen insanların imajları her geçen dönem aşağı çekildi ve orada yaşanılan acı gurbet hikâyeleri köyden köye yayıldı. Bunun sonucu ailesine hasret kalmak istemeyen insanlar için Ankara yeni Berlin oldu).

‘’Arpa, buğday eker biçeriz’’

Anlaşıldığı gibi herhangi bir anlamı yok.

‘’Bozkırın ölüleri, mezarları sarı otlarla kaplı’’

Babaannemin mezarına bakarken fark ettim, acaba Doğu Karadeniz’de mezarı olsaydı kurur muydu mezarına dikilen papatyalar? Muhtemelen hayır. Bozkırın her şeyi kurutan, sarımsı bir renge bürüyen bir yönü var. Keza babamın mezarına da öyle oldu. Babam da bozkırın ölülerine katıldı. Sanki babam onlara hiç katılmayacakmış gibi geliyordu, tıpkı benim de şu an onlara katılmayacağımı sandığım gibi..